31 Aralık 2015 Perşembe

Pembe Günler Gri Günlere Karşı



Hatırlıyorum da, çocukken her günü bir renkle eşleştirirdim. Okul öncesi günlerim hep pembe, sarı, mavi, kırmızı veya mordu. Yeni bir oyuncak veya hediye aldığımda, sevdiğim birini göreceğim zaman o güne bir renk verirdim kendimce. Sonra okul ve sınav dedikleri kavramlarla tanıştım. O günler hep griydi alışana kadar. Sonra okulu da sevdim, başarılı da oldum ama o günler hiçbir zaman çocukluğumdaki kadar pembe olamadı. Sonra okullar bitti, çalışma hayatı dedikleri dönem başladı. Gri günler birdenbire arttı. Hatta siyaha dönüştü. Kendimi ego savaşlarının, çirkin insanların, dedikodunun, hırsın kol gezdiği ortamlarda buldum. Bu ortamlarda "pembe" insanlar yok muydu? Vardı tabii ki. Çoğuyla hâlâ görüşüyoruz. Diyeceğim o ki, en gri ortamda bile bir pembelik bulabiliyor insan denerse.

Bugün klasik bir yeni yıl mesajı yazmak yerine böyle anlatmak istedim derdimi. İnsan nedense hep kayıplarını hatırlamaya meyilli. 2015'te sevdiğim insanlar hastalandı, ağır tedaviler gördüler. Yakın ve uzak çevremde, ülkemde, dünyada birçok üzücü olaylar yaşandı ve hâlâ da yaşanıyor. Ama hepimiz biliyoruz ki, hiçbir yılın her günü saf neşe içinde geçemez. Bu yaşamın doğasına aykırı. 2015'in kafama vura vura öğrettiği bir şey var sonunda: Anda yaşamak. Çünkü hayat çoğu zaman (hatta hiçbir zaman) planladığınız gibi gitmiyor. 2015 yılı bana nurtopu gibi bir kedi, 9 kitap ve 5 çizgi roman çevirisi, yeni dostluklar ve bol koşurturmacalı günler getirdi. 2016 da aynı hızda sürecek gibi görünüyor.

2016'da pembe günlerin çoğunlukta olması dileğiyle...

Review: Fi

Fi Fi by Akilah Azra Kohen
My rating: 2 of 5 stars

Sonunda dayanamadım ve aldım. Hakkında birçok şey yazıldı, kimi yere göğe sığdıramadı, kimi nefret etti. Üçte birini bitirdikten sonra tespitlerim şöyle:

* Yazım hataları üzücü. 152. baskısı yapılan bir kitaptaki yazım hatalarının şimdiye kadar giderilmiş olması gerekirdi.

* Tanıştığım karakterler içinde "farkındalık" peşinde koşan sadece 1 kişi var. Bakalım ilerleyen sayfalarda ne olacak. Olay örgüsü içinde farkındalıkla ilgili mesajlar var ama alıştığımız türden bir kişisel gelişim kitabı olmadığı için sıkmıyor.

* Bolca gönderme ve iğneleme içeriyor, toplumun dev aynasında gördüğü suni insanlarla inceden inceye dalga geçiyor. Bu yönünü sevdim.

-----

* Kitabı yarıladım ama hâlâ daha bir karar verebilmiş değilim. Bazılarının dediği gibi "çöp" değil kesinlikle. Fakat ciddi bir editoryal sorun söz konusu. Unutulan noktalama işaretleri, konuşma dilinde yazılan "Yapıcam, gidicem" gibi sözcükler göze batmayacak gibi değil. Kitapta başından beri bu tarz benimsenseydi bu bir hata sayılmazdı ama bir cümlede "gideceğim", bir diğerinde "gidicem" yazınca pek hoş olmuyor.

* Yazarın İngilizce kullanma alışkanlığından kaldığını düşündüğüm bir durum da, soru eklerini kullanmaması. İngilizcede tonlama yaparak soru sorulabilir. Ama Türkçede "Yolda?!" gibi bir kullanım yok; ya da ben bilmiyorum. "Yolda mı?!" desek daha şık olmaz mı?

* Gelelim en vahim hataya. Bakın ünlü psikolog Can Manay ne diyor bir röportajında: "Ben ancak böylelerinde ilaç kullanımını onaylarım. Reçete yazdırmak için kimse bana gelemez." Bildiğim ve çok emin olduğum bir şey var ki, reçeteyi sadece tıp eğitimi alan psikiyatristler yazabilir. Psikologlar gerekli gördükleri hastalarını bir psikiyatriste yönlendirebilirler gayet tabii. Ama bu cümleden bu anlam çıkmıyor. Yanlış anlaşılmaya çok açık. Psikoloji doktorası yapan yazarın bu noktaya dikkat etmesi gerekirdi...

* İlerledikçe karakterlerin birbiriyle nutuk çeker gibi konuşmaları sıkmaya başladı. Nutukların içeriği güzel ama bağlam çok önemli. İnsanlar günlük hayatta böyle konuşmazlar.

Bakalım bitirince ne düşüneceğim?

-----

* Nihayet bitti. Güzel başlasa da, çok etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Kitabın en sevdiğim yanı, klasik müziğe bolca gönderme yapması oldu:)

* Sevişme (pardon, yazarın tabiriyle çiftleşme) sahnelerini fazla abartılı buldum.

* En sevdiğim karakter Bilge oldu.

* Devam kitapları Çi ve Pi'yi de almıştım ama Can Manay, Duru ve Deniz üçgeninden bir süreliğine çıkmaya ihtiyacım var.

* Ne yazık ki kitabın ikinci yarısında göz ardı edilemeyecek kadar çok anlatım bozukluğu var. Kitabın editör tarafından baştan sona okunduğunu sanmıyorum; öyle olsaydı bu şekilde basılmasına imkan yoktu. Kitap önce başka bir yayınevinden çıktığı için metni kontrol etme gereği duymamışlar gibi geldi. Romanın taslağını okuyormuşum gibi hissettim. Yazık olmuş...

View all my reviews

26 Kasım 2015 Perşembe

Seslenen Kitap

Kitap kurtları fark etmişlerdir, akıllı telefonlara "Seslenen Kitap" diye bir uygulama yüklenebiliyor. Masaüstü versiyonu da var. Yazarı veya bir başkası tarafından seslendirilmiş kitapları ücreti karşılığında indirip istediğiniz zaman "dinleyerek" okuyabiliyorsunuz. Zamanla yarıştığını ve okumaya vakit ayıramadığını söyleyenler için bire bir. İstediğiniz yerde kulaklığınızı takıp, kaldığınız yerden devam edebilirsiniz kitabınıza. 

Merak edip hemen yükledim. Başlangıç olarak Küçük Prens ile bir meditasyon kaydı indirdim. Sabah yürüyüşlerim sırasında Küçük Prens'i tekrar dinledim ve çok keyif aldım. Okuyalı yıllar olmuştu. İçindeki mesajları bir de yetişkin kafasıyla dinleyeyim dedim. Çok iyi geldi. 

Her şey iyi hoş da, o logo hiç olmamış bence. Bir adamın kafası yerinde sonuna kadar açılmış bir ağız... Nedense bana itici geldi. Bir de bazı kitapların fiyatları epey yüksek. Kitap seslendirmek büyük bir emek tabii ki. Ama insanlar "O kadar para vereceğime basılı olanını alırım" diye düşünebilirler. Sosyal medyada buna benzer birkaç yorum okudum. Ücretsiz indirilebilenler kısmında şimdilik Forbes dergisinin sayıları ve bazı kitapların başlangıcı var. Amaç dinleyenleri kitaba alıştırıp devamını da indirmesini sağlamak. Akıllıca:) Umarım uygulama yaygınlaştıkça fiyatlar da düşer ve daha çok insan istediği kitabı "dinleyebilir."

Meraklıları için adresi vereyim: http://www.seslenenkitap.com  

25 Kasım 2015 Çarşamba

Kitabın Üç Hali

Maddenin üç hali gibi oldu bu benzetme. Artık kitapların da üç hali var. Basılı, elektronik ve mini. Mini kitap uygulamasının format haklarını Can Yayınları satın almış ve bence çok da iyi yapmış. E-kitaplara bir türlü ısınamayan ama tuğla gibi kitapları çantamda taşımaktan yorulan biri olarak çok sevindim. 

Mini kitabı elime alıp inceledim ve hiç de fena bulmadım. Bir kere gerçekten de "mini." Tek elle bile tutup okuyabileceğiniz boyutta. Kitaplar tam metin olarak yayınlandığı halde yazılar şaşırtıcı derecede okunaklı. (Hatta itiraf etmeliyim ki bazı kitapların normal baskılarından çok daha okunaklı.) Üstelik mini kitap çok da hafif. İşin sırrı, mini kitap için özel olarak üretilen bir kâğıttaymış meğer. Kitaplar, Avrupa’nın 150 yıllık matbaası Jongbloed BV tarafından Hollanda’da, bu baskılar için özel üretilen Indoprint kağıdı ile uluslararası patentli Minikitap formatında basılıp ciltleniyormuş. Mürekkep, sayfa ve cilt tekniği, bu küçücük kitabı mucizevi bir buluşmayla rahat okunur kılıyormuş. Sayfalar biraz ince ama başka türlü hafif olması beklenemezdi zaten. Kitabın büyük kardeşlerinden tek farkı yatay olarak okunması. Bunu garipseyenler olabilir ama alışması çok da zor olmasa gerek. 

Şimdilik Şeker Portakalı, Simyacı, Dava, İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar, 1984 ve Zorba gibi unutulmaz kitaplarla başlangıç yapmışlar. Bu format tutarsa, çok geçmeden birçok kitabın "mini" versiyonu çıkabilir. 

"E-kitap basılı kitapların tahtını sarsacak mı?" tartışmaları artık gündemden düşmeye başlarken, mini kitap çok güzel bir alternatif olacağa benziyor. 

Mini kitabı gözünde canlandıramayanlar için, yayınevinin tanıtım videosunu da ekliyorum. Keyifli okumalar...

24 Kasım 2015 Salı

Çizgi Roman Çevirmek

Harika çizgi romanları Türk okurlarla buluşturan JBC Yayıncılık'ın Harley Quinn Cilt 1 çevirimin yayınlaması üzerine, çizgi roman çevirisi hakkında yazmak istedim. 

Öncelikle bu sektördeki en iyi yayınevlerinden biriyle çalıştığım için çok şanslıyım. Çizgi roman çevirisine başlamam biraz da şans eseri oldu. Kitapeditörü sitesi için birkaç teknik çeviri ve redaksiyon yaptıktan sonra, "Çizgi roman çevirmek ister misiniz?" dediler ve yolum JBC ile kesişti. Bu arada kitap çevirilerim yoğun şekilde devam ediyordu ama insanın kendini farklı türler çevirerek geliştirmesi gerektiğine inandığım için kabul ettim. 

Çevirdiğim ilk çizgi roman Amerikan Vampiri Cilt 1 idi. Başlangıcı Scott Snyder ile yaptığım için şanslıydım. Scott'ın dilini ve yazım tarzını çok beğendim. Konu çok iyiydi, kurgu çok sağlamdı ve akışta hiçbir kopukluk yoktu.  

Peki Amerikan Vampiri ve sonrasında yaptığım çeviriler sırasında ne gibi zorluklarla karşılaştım? Hiçbir işin karşıdan göründüğü kadar kolay olmadığını bilsem de, en fazla 20 konuşma balonu bulunan bir sayfayı orijinaline sadık kalarak çevirmenin hiç de kolay olmadığını gördüm. Romanda yer ve kelime kısıtlaması yok ama çizgi roman çevirisinde buna dikkat etmek gerekiyor. Çeviri nispeten daha hızlı ilerlese de, paneller arasındaki geçişler ve zaman dilimleri farkına dikkat etmek şart. Çizgi romanlarda sık sık geriye dönüş tekniği kullanılıyor. Karakterler bir yandan diğerleriyle diyalog kurarken, diğer yandan iç konuşmaları devam ediyor.

Sonra yoğun bir argo ve günlük dil kullanımı söz konusu. Bazı kavramların Türkçe karşılığı yok. Bazı esprileri anlamanız için sıkı bir çizgi roman okuru olmanız, önceki sayıları okumanız ve bağlamı bilmeniz gerekiyor. Harley Quinn çevirisinde sık sık başıma geldi. Harley'nin ve diğer karakterlerin kullandığı dil, geçmiş sayılara gönderme yapan espriler oldukça zorlayıcıydı. Metni titizlikle kontrol eden çeviri editörüm İlke Keskin'e, yayın yönetmenimiz Ertan Ergil'e ve tüm ekibe tekrar teşekkürler. Güzel işler mutlaka sıkı bir ekip çalışması sonunda ortaya çıkıyor. 

Harley meraklılarının bu kitabı heyecanla beklediklerini biliyorum. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar...

23 Kasım 2015 Pazartesi

Çevirmenlerin Kitap Satış Siteleriyle İmtihanı

Görsel: www.nadirkitaplar.net

Kitap satış siteleri artık hayatımızın bir parçası haline geldi. Güzel bir kitapçıda içinize kitap kokusunu çeke çeke vakit geçirmenin yerini tutmasa da, büyük bir kolaylık. Özellikle de bulamadığınız kitapları temin etme açısından iyi bir alternatif. Çoğu zaman etiket fiyatı üzerinden indirim de yapıyorlar. Yani okurlar açısından her şey güllük gülistanlık. Yazarlar ve yayınevleri de daha çok kişiye ulaşabildikleri için mutludurlar sanırım. Peki ya çevirmenler? 

"Yine mi şikâyet?" dediğinizi duyar gibiyim. Hayır, bu şikâyet değil, tespit. Bir kitabın tanıtım künyesinde yazarın ve editörün adı, sayfa sayısı, ebatları, kâğıt kalitesi gibi bilgilerin yer alıp da çevirmen adının yazılmaması bence çok büyük bir eksiklik. Öncelikle emeğe saygısızlık. Üstelik bir kitabın birden çok baskısı ve çevirmeni olabilir. Okurun özellikle okumak istediği bir çevirmen olabilir. Bu yüzden bu bilgi çok önemli. Bu konu uzun süredir gündemde aslında. Son zamanlarda ilerleme kaydedilmişti ama kitap TÜYAP'tan önce yayınlanan tanıtımlarda, birçok kitabın çevirmen adını göremedim.

Hem ben hem de başka çevirmen arkadaşlarım bu sıkıntıyı birkaç kez yaşadık. Yayıneviyle görüştüğümüzde kitap künyesinin çevirmen adıyla birlikte teslim edildiği söylendi her seferinde. O zaman kitap satış siteleri neden es geçiyordu bu bilgiyi? Neden bir tanesi yazarken diğer yazmıyordu?

Bu konuda çok titiz olan siteler de var, uyarılara rağmen umursamaz olanlar da. Çoğu kitap satış sitesinin şablon yazılımlar kullandığını ve bu yazılımlarda çevirmen adı ekleyebilecekleri bir modül bulunmadığını duydum. Öyle bile olsa, yazılımlar ihtiyaca göre güncellenebilir. Bu devirde çevirmen adı eklememenin bahanesi teknik bir yetersizlik olmamalı.

Dediğim gibi, sorun eski ama hâlâ devam ettiğini gördüğüm için iki satır yazmak istedim. Kitap satış sitelerini bu konuda daha titiz davranmaya davet ediyorum...

3 Kasım 2015 Salı

Çeviri Kitabı Çıktı


Bu kısa tanıtım yazısında, beni çok mutlu eden bir gelişmeyi paylaşmak istedim sizlerle. Sevgili Senem Kobya'nın önderliğinde derlenen Çeviri Kitabı hem basıldı, hem de internet üzerinden, http://www.cevirikitabi.com adresinde yayınlandı. 

Adım pek çok değerli çevirmenle ve akademisyenle birlikte anıldığı için onur duydum. Yazıların her biri özenle kaleme alınmış. Herkes mesleğine ve sektöre objektif bir şekilde bakıp kendi deneyimlerini aktarmış. Özellikle de bu mesleğe yeni adım atanlar için bir başucu kitabı niteliğinde. İlgileniyorsanız açınız, okuyunuz. 

Başta yayın koordinatörü Senem Kobya ve editör Funda Karabacak olmak üzere, emeği geçen herkese tekrar teşekkür ederim. Emeğinize sağlık.

Senem Hanım ayrıca kitaba yazılarıyla katkıda bulunan tüm çevirmenler adına, Çanakkale Ulupınar Hatıra Ormanı'na 1 adet fidan bağışlamış. İşte çeviri böyle güzelliklere de vesile oluyor...


16 Ekim 2015 Cuma

Çevreye Verdiğim Rahatsızlıktan Dolayı Özür Dilerim


Bu yazının ilham kaynağı fikirlerine çok güvendiğim ve sevdiğim bir arkadaşım. Kendisiyle sık sık mailleşiriz, dertleşiriz. Hayatlarımızda olup bitenlerden, işten güçten, siyasetten, edebiyattan bahsederiz. (Tamam kabul ediyorum, arada bir dedikodu da yaparız.) Geçen haftalarda yazdığım yazılarda kendimi ve işimi fazlaca ön plana çıkardığımı, yaptığım bir çeviri eleştirisini fazla sert bulduğunu, hatta kendisini fırça yiyormuş gibi hissettiğini yazdı bugün. "Ne gerek vardı o kadar detay vermene?" dedi. 

Önce gözlerime inanamadım, satırları tekrar okudum. Derdimi anlatmak için uzun uzun cevap yazdım kendisine. Ama şaşırdım ve üzüldüm. İnsanın yanlış anlaşılmasının bu kadar kolay olması korkuttu beni. Bu yorumu yapan beni tanıyan bir arkadaşımdı. Peki ya tanımayanlar? Kim bilir onlar neler düşünüyorlardır... 

Efendim, bu blogda da defalarca yazdım; beni tanıyanlar da sanıyorum aksini iddia edemezler. Ben yaptıklarını insanların gözüne sokmaktan nefret eden, damarına basılmadığı sürece herkese iyi davranmaya, farklı fikirlere saygı duymaya, ön yargılarından arınmaya çalışan alçak gönüllü bir insanım. (Bakın satır arasında yine kendimi övdüm, gördünüz mü!:) Şaka bir yana, "insan"lardan yıldığım için istifayı basıp kitaplara sığınan biriyim. 

Zaten son derece izole bir şekilde, kedimden başka kimseyi görmeden çalışıyorum. Yaptıklarımı da paylaşmazsam kimsenin haberi olmayacak. Neyse ki "İmdat" deyince yardıma koşan sanal ofis arkadaşlarım var. Gerçek hayatta da görüşüyoruz, yardımlaşıyoruz, fikir alışverişinde bulunuyoruz, birbirimize destek oluyoruz. İyi ki varsınız kızlar! Reklam almamak için isim vermiyorum; onlar kendilerini biliyorlar zaten.

Şimdi... Geçen haftalarda uzun süredir dokun(a)madığım bloguma 3 yazı ekledim. Bunlardan bir tanesi çevirdiğim kitapların özetlerini içeren bir yazıydı. Bir tanesi de bir çeviri eleştirisiydi. Okuduğum bir romanda es geçilemeyecek kadar çok hata saptayınca, yayınevini de haberdar etmek için yazdım o yazıyı. Okuyanlar hatırlar. Amacımın kendimi övmek olmadığını en baştan söyledim. Kuru kuru söylenmiş olmamak için de eleştirimi somut örneklerle destekledim. Meğer ne çok tepki çekmişim de haberim yokmuş:) Duruma en makul biçimde yaklaşan, genel yayın yönetmeni oldu. Metni tekrar inceleyeceklerini bildirip teşekkür etti. Demek ki yazım amacına ulaştı. Kendisine olgunluğu ve profesyonelliği için tekrar teşekkür ediyorum.

Okuyanları teknik detaylarla sıktıysam, "Ben bundan daha iyisini yaparım" algısı oluşturduysam (ki sanmıyorum) affola. Endişe etmeyiniz, daha fazla görüntü kirliliği yaratmaması için yazımı silmeye karar verdim. Kendimi istemeden de olsa sosyal bir deney yapmış gibi hissediyorum ama. Zaten ezelden beri böyledir benim şansım. Herkes lisede rengarenk kazaklar giyerdi, ben bir ton açık bir şey giydiğimde, "Sana hiç yakışıyor mu?" derlerdi. Bir kere saçımı at kuyruğu yapmadım, yarım topladım, yine göze battım. Aynı hesap, ortalık benimkinden çok daha sert çeviri eleştirileriyle kaynıyor ama ben her zamanki gibi göze batıyorum. Bugün bir kez daha anladım ki, bu hayat bana "cici kız" rolünü biçmiş. Sınırlarımın azıcık dışına çıkmaya kalktığımda işitiyorum azarı...

Çevirdiklerime gelince... Yazılarımı tarafsız bir gözle tekrar okudum ve kendimi övdüğümü düşünmüyorum. Ortada övünülecek bir ürün olduğunda övünmek de yanlış değildir halbuki. Tabii ki en güzeli başkalarının sizi övmesidir. Evet eleştiri yazımı siliyorum ama, kendimi ve yaptıklarımı anlatmaya devam edeceğim. En azından yiyip-içtiklerimi, gezip-tozduğum yerleri, aldığım yeni şeyleri değil, ürettiklerimi paylaşıyorum... 

Çevreye verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı özürlerimi sunar, eylemlerimin süreceğini beyan ederim:)


2 Ekim 2015 Cuma

Biraz abartıyor muyuz ne?

Geçen gün hem kitap çevirisi, hem teknik hem de sözel çeviri yapan çalışkan meslektaşım Özden Özberber'in facebook sayfasında bir yorum okudum. Polemiğe girmemek için bir şey yazmadım, Özden de gereken cevabı verdi. Oysa Özden zor bir kitap çevirmekte olduğu için kendi duvarında içini dökmüştü sadece. Gelen yorum ise şunu ima ediyordu: "Amma da abartıyorsunuz canım. Biz kendi mesleğimizin zorluklarını sayıp döküyor muyuz? Şikâyet ediyor muyuz?"

Bunu okuyunca adrenalinim yükseldi, derin bir nefes aldım ve tarafsız bir biçimde düşünmeye çalıştım. Biz çevirmenler acaba kendimizi çok mu övüyorduk? Yaşadığımız zorlukları herkesin gözüne mi sokuyorduk? Biraz abartıyor muyduk? Hayır. Belki de az bile söylüyoruz. Belki de bu kadar feryat etmemizin nedeni, görünür olma çabamız. Bir yazarın kitabını kendi dilimizde baştan yazdığımız halde, övgüler yağdırılan kişinin sadece yazar olması... Hata yaptığımızda hedef tahtasında sadece bizim olmamız...

Önceki gün bunu düşündüm yine. Bu sabah başka bir meslektaşım, kitap çevirmeni sevgili Zuhal İnal Baycılı başka bir alıntı paylaşmış sayfasında. Hiçbir değişiklik yapmadan paylaşıyorum.

"Sanat şubeleri içinde edebiyat, zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi, zeka ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve medeniyet davamız için müessir bellemekteyiz. Zekasının her cephesini bu türlü eserlerin her türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işleyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyet ittisali, zamanda ve mekanda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi milletin kütüphanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet aleminde daha yüksek bir idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dikkatli bir surette idare etmek, Türk irfanının en önemli bir cephesini kuvvetlendirmek, onun gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemeyen Türk münevverlerine şükranla duyguluyum. Onların himmetleriye beş sene içinde, hiç değilse devlet eli ile yüz ciltlik, hususi teşebbüslerin gayreti ve gene devletin yardımı ile, onun dört beş misli fazla olmak üzere zengin bir tercüme kütüphanemiz olacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük faydayı düşünüp de şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün olamayacaktır.

23 Haziran 1941
Maarif Vekili
Hasan Ali Yücel"

Hasan Ali Yücel bunları 1941'de söylemiş. Yıl olmuş 2015, biz hâlâ daha çevirinin ne denli önemli bir uğraş olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Evet belki hayat kurtarmıyoruz, atomu parçalamıyoruz ama, farklı dilden ve kültürden insanların birbirlerini anlamasına aracı oluyoruz. Ders çalışırken, yeni bir şeyler öğrenirken ya da kafanızı dağıtmak için okuduğunuz kitapları çeviriyoruz. Hastalandığınızda almak zorunda olduğunuz ilacın okumaya tahammül bile edemediğiniz prospektüsünü çeviriyoruz. Çeviri sayesinde devrimler oluyor, düzenler değişiyor, tabular yıkılıyor, hoşgörümüz artıyor. Rönesans oluyor mesela... Siz bir elimizin yağda, diğerinin balda olduğunu sanıyorsunuz herhalde. Bunca zorluğa rağmen hâlâ çeviriyorsak, sözcüklere âşık olduğumuz içindir. İnsanları sevdiğimiz, onlara yararlı olmak istediğimiz içindir. Çevreye rahatsızlık verdiysek özür dileriz ama susmaya hiç niyetimiz yok... Kalın sağlıcakla.

30 Eylül 2015 Çarşamba

Arıza Kitapların Çevirmeni

Diğer kitap çevirmeni arkadaşlarım zaman zaman bana bu şekilde takılıyorlar. İçinde hastalık, kanser, ölüm, dram, işkence sahnesi olan ne kadar kitap varsa gelip beni buluyor. Ya da ben onları seçiyorum. Dünya Çeviri Günü şerefine bugüne kadar yayınlanan ve halen yayına hazırlanan çevirilerimi anmak ve ne kadar "arıza" olduklarını hatırlamak istedim.

Basılanlar:

1. Kızım Amy (Mitch Winehouse, Pegasus Yayınları)
Amy Winehouse'un ölümünden sonra babası tarafından yazılan biyografisinin "normal" olmasını bekleyemezdik. Babası Amy'nin yaşadığı tüm gelgitleri, bağımlılıklarını ve inişli çıkışlı özel hayatını samimiyetle anlatmış. Basılan ilk çevirim olduğu için bendeki yeri ayrıdır. Arıza bir kitap mıdır? Kesinlikle evet.

2. Umut Işığı (Kristine Barnett, Final Kültür Sanat Yayınları)
Bebekken otizm teşhisi konan ve ayakkabısını bile bağlayamayacağı söylenen matematik dehası Jacob'ın kaydettiği gelişmeyi bir de annesinden dinleyin. Gerçek yaşam öyküleri beni hep daha çok etkiliyor. Jacob Barnett'ın internetteki videolarını izleyince, otizmle ilgili ön yargılarınızın kırılmaya başlayacağından eminim. Hâlâ daha en çok sevdiğim çevirim olma sıfatını taşıyor.

3. Yetimlerin Efendisi'nin Oğlu (Adam Johnson, Pegasus Yayınları)
Kuzey Kore'de geçen bir roman normal olabilir mi? "Arıza" sıfatını sonuna kadar hak eden bir kitaptı. Hem uzunluğu, hem de içeriği bakımından canıma okumuştu. Çeviriye devam ederken babaannemi kaybettim. Zor bir dönemdi ama Pulitzer Ödüllü bir roman çevirdiğim için çok mutlu olmuştum.

4. Edward Tulane ve Mucizevi Yolculuk (Kate DiCamillo, Mızıka - KRP Yayıncılık)
Büyük bir keyif alarak çevirdiğim ilk çocuk kitabıydı. Yine de toz pembe bir peri masalı değildi; kibirin ne kadar zararlı bir duygu olduğunu anlatan öğretici bir hikâyeydi.

5. Dönüm Noktası (Kasie West, Hyperion - KRP Yayıncılık)
Çevirdiğim ilk fantastik young adult romanıydı. Çok sürükleyici bir hikâyeydi. Kahramanımız Addison iki farklı yaşam arasında gidip geldiği için kitap farklı zamanlarda yazılmıştı ve çevirirken bunun sırıtmaması için çok çaba sarf etmiştim. Okur yorumlarına bakılırsa işe yaramış :) Arıza olmasa bile değişik bir kitaptı.

6. Adalet (Kolektif, Martı Yayınları)
Korku/gerilim alanında usta 26 yazar bir araya gelirse ortaya nasıl bir kitap çıkar? Mesela her biri bir bölümü yazsa... "Tadından yenmez" diyen de var, "Akışta kopukluk olur, olmaz öyle şey" diyen de. Ama bir kadının haksız yere idam edilmesinin ardındaki gerçekler ancak bu kadar sıkı bir şekilde anlatılabilirdi. Akışta gerçekten de hiçbir kopukluk yok. Hem yazarlar hem de onları bir araya getiren editörleri çok iyi bir iş çıkarmışlar. Dili zor olmamasına karşın her bölümü farklı yazarlar kaleme aldığı için üslup farklılığına alışmak zorunda kalmıştım.

7. Aşk Bir Masalmış (Cindi Madsen, Novella Yayınları)
Esas kızımız Darby'yi modern bir külkedisi olarak tanımlayabiliriz. Güzel, zeki, çalışkan ve ayakları yere basan bir iç mimar. Geçmişteki ilişkileri hep hüsranla sonuçlandığı için erkeklere olan güvenini yitirmiş. Hatta eski sevgililerini birer Disney karakterine benzetiyor ki, bu kısımlar çok eğlenceli. Beyaz atlı prens arayışında olmasa da, bir gün en sevdiği restoranda yemek yerken ayakkabısı ayağından çıkıyor ve böylece Jake ile tanışıyor. Klasik bir aşk romanı değil. Kapağı gibi şeker tadında, çabucak okunan bir gençlik romanı.

8. Eflâtun Diyar (William Henry Hudson, Aylak Adam Yayınları)
Çok fazla bilinmeyen bir klasik... Dilini düzgün bir şekilde yansıtmak için epey uğraşmıştım ama editörümün övgüsü üzerine keyfim yerine gelmişti. En zor çevirilerim sırasında hayatımda mutlaka önemli bir şeyler olur; bu sefer de babam by-pass oldu. Çok şükür babam iyileşti, çeviri yetişti ve 1 yıl sonra basıldı. Herkesin alıp okuyacağı bir kitap değil ama Hudson'ın Virginia Woolf'un en sevdiği yazarlardan biri olduğunu belirteyim. İngiliz Richard Lamb'in Uruguay'daki maceralarının anlatıldığı kitap bir seyahat günlüğüne benziyor. Kitabın dili bana biraz fazla ataerkil gelmişti ve Richard'ın karşılaştığı her kadına mavi boncuk dağıtması sinirimi bozmuştu. Okuyan olursa tartışmak isterim.

9. Dinozor Sokağı 1 - Bahçeye Tiranozor Girmiş (Nick Falk, Final Kültür Sanat Yayınları)
Ağır ve ağdalı bir kitabın ardından bir çevirmene en iyi gelecek şey nedir? Tabii ki bir çocuk kitabı çevirmektir. Dinozor Sokağı tam da böyle bir zamanda karşıma çıkınca hiç düşünmeden kabul ettim. Çocuk kitabı deyip geçmeyin, dinozor isimlerini ve özelliklerini öğrenmek için epey çalıştım ama çok da eğlendim. Jack'in bir dinozor sahibi olma dileği gerçek olunca işler sarpa sarıyor... Sizin de dinozor meraklısı çocuklarınız, yeğenleriniz varsa bu sevimli kitabı alabilirsiniz.

10. Dinozor Sokağı 2 - Pterodaktilin Biri Ödevimi Çaldı (Nick Falk, Final Kültür Sanat Yayınları)
Dinozor Sokağı'nda macera devam ediyor! Bu sefer bir pterodaktil (yani uçan dinozor) Jack'in ödevini çalıyor. Jack ödevini geri almak için pterodaktilin peşine düşüyor ve başına gelmeyen kalmıyor.

11. Mevsim Hep Sonbahar (Parinoush Saniee, Martı Yayınları)
İran'ı hep merak etmişimdir. Özellikle de devrimden sonraki günlük hayatı. Masume'nin bu baskıcı rejimde var olma ve ailesini bir arada tutma çabasının öyküsü bu. Acıklı bir kitap. Siyasi olaylara, İslam Devrimi'ne yer verilmiş ama didaktik değil. Ağır bir konuyu işlemesine rağmen kitap son derece sürükleyici. Bu sefer tanıtım bülteninden kopya çekeceğim çünkü konuyu çarpıcı bir şekilde özetliyor:

Şimdi ne yapacaktım? Ne yapabilirdim ki? Kaçıp kurtulmak istedim. Çocuklarım olmasaydı, çoktan kendimi çöllere vurup kaybolurdum ama onları ortada bırakamazdım. Gemisi batmakta olan ve yolcularının umut dolu gözlerle baktıkları bir kaptana benziyordum. Oysa gemimden daha kötü durumdaydım. 

Kadın olmanın başlı başına suç sayıldığı topraklarda doğup büyüyen Masume, İran Devrimi öncesi ve sonrasının yarattığı baskıcı süreçten nasibini almış genç bir kadındır. Buna rağmen, maruz kaldığı toplum baskısını hiçe sayarak varlığını kabul ettirme mücadelesinden asla vazgeçmez.

Başkaları tarafından yazılan bir kaderi yaşamak zorunda kalan Masume'nin erkek egemenliğine karşı direnişini anlatan bu roman, okuyucularını umut ve acının iç içe geçtiği dokunaklı bir hikâyeye davet ediyor.

12. Mutlu Ailelerin Sırları (Bruce Feiler, Martı Yayınları)
Çevirdiğim 2. "non-fiction" kitap. Bir nevi kişisel gelişim kitabı. Bruce Feiler daha mutlu bir aileye sahip olmanın yolları hakkında tüyolar veriyor. Çok doğru tespitleri olsa da, önerilerinin hepsi bizim kültürümüze uymayabilir. Yine de aile bireyleri arasındaki iletişimin daha sağlıklı olmasını isteyen anne-babalar alıp okuyabilir. Mutlaka kendilerinden bir şeyler bulacaklardır.

13. Amerikan Vampiri Cilt 1 (Stephen King & Scott Snyder, JBC Yayıncılık)
Büyük lokma ye, büyük konuşma demişler. Uzun süre vampir hikâyelerine mesafeli durdum. Kaderde vampir çizgi romanı çevirmek de varmış. Meğer Stephen King piyasa vampirlerinden çok sıkılmış ve bakın Amerikan Vampiri'nin önsözünde ne demiş: "Kesin olan bir şey varsa, o da vampirlerin Bloody Mary içen ve yalnızca geceleri çalışan soluk benizli dedektifler, aşk acısı çeken Güneyli centilmenler, anoreksik genç kızlar ya da kocaman, nemli gözlü çıtır delikanlılar olmadıklarıdır." Bu girişi okur okumaz ikna oldum ve çeviriyi yapmaya karar verdim. Eğer siz de tipik vampir hikâyelerinden sıkıldıysanız, Skinner Sweet ve Pearl'ün macerası tam size göre. Amerikan Vampiri'nin 2011 yılında en iyi seri dalında Eisner Ödülü'nü aldığını da ekleyeyim.

14. Kuş Dili (Stephen Kelman, Pegasus Yayınları)
Kuş Dili çevirmenliğe adım attığım ilk roman, ilk göz ağrım. Bu yüzden bendeki yeri ayrı. 3 sene sonra basılmış olsa da:) Ama zamanlamanın uygun olduğunu düşünüyorum. Göçmen krizi gündemdeyken, bir Afrika göçmeni olan Harri'nin Londra'nın arka sokaklarındaki yaşam mücadelesini irdeleyen bu kitabı okumak isteyebilirsiniz. Dili rahat gibi gözükse de, siz onu bir de bana sorun. Gana aksanıyla İngilizce konuşan Harri'nin ne demek istediğini anlamak için bolca sözlük karıştırdım. "Grasscutter" diye irice bir fareyle türlü yemeği yaptıklarını öğrendim! Ve çevirmenliğin insanı besleyen bu tarafına âşık oldum. Çok şükür ki Kuş Dili'nden bu yana hiç boş kalmadım, bu kitap bana uğurlu geldi.

15. Karanlıkta (Laura Kaye, Novella Yayınları)
Yakın zamanda bir değişiklik yapıp erotik bir novella çevirdim. Meğer yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum çünkü esas oğlanımız da travmalı bir çocukluk geçirmiş. Yani bu da "arıza" bir kitap sayılabilir. Kısacık, bir solukta okunan bir hikâye. Erotik romans sevenler okuyabilir.

Yayına Hazırlananlar:

1. Protector of the Small 2 - Page (Tamora Pierce, KRP Yayıncılık)
Çevirdiğim ilk fantastik gençlik serisi. 1. kitabı başka bir meslektaşım çevirmiş, 2, 3. ve 4. kitabın çevirisini de ben üstlendim. Esas kızımız Mindelanlı Keladry şövalye olmayı kafasına koymuş. Bunun için kraliyet okuluna kaydolup eğitimine başlıyor ve hiç bilmediği bir dünyaya adım atıyor.

Fantastik çeviri apayrı bir dünya. Yaratıklar, büyüler, sonu gelmeyen tasvirler, haritalar, ülke, hayvan ve mekân isimleri... 10 sayfalık terimler ve karakter sözlükleri... Protector serisi beni hem hacim olarak yordu, hem de anneannemin ve eşinin kanser tedavisi gördükleri döneme denk geldi. En zor bitirdiğim çevirilerden biriydi ama ortaya güzel bir kitap çıktı. Heyecanla basılmasını bekliyorum.

2. Protector of the Small 3 - Squire (Tamora Pierce, KRP Yayıncılık)
Keladry çıraklık eğitimini başarıyla tamamlıyor ve kraliyetin önde gelen şövalyelerinden Lord Raoul'un silahtarı oluyor. Rakiplerini ve azılı düşmanlarını birer birer yendikçe adını duyurmaya başlıyor.

3. Protector of the Small 4 - Lady Knight (Tamora Pierce, KRP Yayıncılık)
Başarılı Silahtar Keladry, şövalyelik sınavını da başarıyla geçiyor ve sıra verdiği yeminleri tutmaya geliyor. Yönettiği sığınma kampındaki insanları korumak ve kötü kalpli büyücü Bryce'ın yarattığı ölüm makineleriyle savaşmak zorunda kalıyor. Bu serinin en sevdiğim yanı, kızların kafalarına koydukları her şeyi yapabilecekleri mesajını vermesi. Keladru kabarık etekli, narin ve tek amacı zengin bir koca bulmak olan bir kız değil. Ata binen, kılıç ve mızrak sallayan ve düşmanlarıyla dövüşen bir leydi şövalye...

4. Before I Go (Colleen Oakley, Yabancı Yayınları)
Yürek Burkan bir hikâye olmasına rağmen "ağlak" bir kitap değil. 27 yaşındaki Daisy'nin kanseri tekrarlayınca kendinden çok kocasını düşünmeye başlar, İyileşme ümidi olmadığı için, kendisi öldükten sonra kocasının yalnız kalmaması için yeni eş adayları aramaya girişir. Colleen Oakley gerçekten başarılı bir yazar. Bu ilk kitabı olmasına rağmen çok iyi bir iş çıkarmış. Kitabın çok ağır bir konusu olmasına rağmen okurken insanı boğmuyor. İşin ilginç yanı bu kitapları çevirdiğim dönemlerde yakın çevremde benzer hastalıklarla boğuşan yakınlarımın olması... Basılmasını dört gözle bekliyorum.

5. The Five Stages of Andrew Brawley (Shaun David Hutchinson, Yabancı Yayınları)
Andrew ailesini bir trafik kazasında kaybeden bir genç. Konu depresif olsa da, içinde çok güzel mesajlar var. Günümüzün en önemli sorunlarından biri olan akran zorbalığının (bullying) insanın ruhunda ne gibi yaralar açabileceğine değinilmiş. Bizden farklı olanlara saygı göstermemiz, onları yok saymamamız gerektiğini de hatırlatıyor kitap. Andrew eşcinsel ve sığındığı hastanede, hiç ummadığı bir şekilde âşık oluyor. Tabii kendisiyle barışması ve yaralarını sarması o kadar da kolay olmuyor. Çeviriyi henüz teslim ettim, sanırım kışa doğru basılır.

6. Batman - Arkham Asylum (Grant Morrison)
"Bir gün Batman'le ilgili bir çizgi roman çevireceksin" deseler, "Hadi canım" derdim. Bu da gerçek oldu:) Arkham Tımarhanesi'nin sakinleri 1 Nisan'da Gotham şehrinin akıl hastalarının kilit altında tutulduğu ıslah evini kontrolleri altına alıyorlar ve rehineleri serbest bırakmak için Batman'in tımarhaneye girmesini şart koşuyorlar. Batman azılı düşmanlarıyla ve kendi korkularıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Batman'i seviyorsanız kaçırmayın.

7. Harley Quinn Cilt 1 (Amanda Conner)
Benim Harley gibi bir deliyle ne işim olur ki? Bu sorunun cevabını hâlâ bulamadım :) Editörüme ve ekibe çok güvendiğim için kabul ettiğim bir çeviri. Ama Harley ve geçmişi hakkında bilginiz yoksa vay halinize. Örneğin eski maceralara göndermeler var. Ama hikâye ve çizimler meraklılarını memnun edecektir.

8. V for Vendetta (Alan Moore)
V for Vendetta artık bir klasik haline geldi. Çok okundu, filmi bile çekildi. Konuyu anlatmama gerek yok sanırım. Özetlemem gerekirse, bu hikâye sorgulamadan itaat ettiğimiz düzene bir başkaldırı niteliğinde. Çeviri süreci de normal bir çizgi romandan daha zordu. Shakespeare'den alıntılar, metaforlar, şiirler canıma okudu. Umarım bir an önce basılır da kavuşuruz.

9. Amerikan Vampiri Cilt 2 (Scott Snyder)
Skinner Sweet bu sefer günahlar şehri Las Vegas'ta... Şehrin en ünlü ve zengin iş adamları birer birer cinayete kurban giderler. Hepsi de şehirdeki baraj inşaatını yürüten şirketin ortaklarıdır. Polis şefi Cash McCogan cinayetlerin ardındaki gizemi çözmeye çalışırken Skinner Sweet ile amansız bir mücadeleye girecek ve kendi hayatı hakkında da şaşırtıcı şeyler öğrenecektir.

10. Amerikan Vampiri Cilt 3 (Scott Snyder)
Skinner Sweet ve Pearl yıllar sonra tekrar karşılıaşıyorlar. Hem de II. Dünya Savaşı'nın orta yerinde! Pearl'ün kocası Henry, yeni bir vampir türünü avlamak üzere gizli bir gruba katılır ve Pasifik Okyanusu'ndaki bir adaya gider. Skinner'ın ise başka planları vardır. Avrupa'daki vampir avcıları Felicia Book ve Cash McCogan ise vampirliği tedavi ettiği öne sürülen formülü ele geçirmek üzere düşman hattını geçip Nazi işgali altındaki Romanya'ya giderler.

11. Wytches Cilt 1 (Scott Snyder)
Scott Snyder ne yazsa ben okurum. Cadılar'dan sonra buna karar verdim. Bir çizgi roman "geek"i sayılmam ama çevirdiklerim arasında kalemi en sağlam olan yazar Scott. Cadılar'ı ise kendi korkularından ve çocukluk anılarından yola çıkarak yazmış. Kitabın sonunda bununla ilgili uzun bir yazısı da var. Rooks ailesi fertleri peşlerini bırakmayan bir travmadan kaçmak üzere New Hampshire eyaletinin ücra Litchfield şehrine taşındıklarında, yeni bir başlangıç yapma konusunda umutludurlar. Fakat şehrin hemen ötesindeki ormanda şeytani bir güç beklemektedir. Ağaçların arasından etrafı izleyen, kadim ve açgözlü yaratıklar vardır. Asosyal bir kız olan Sailor, elinde olmadan bu yaratıklara doğru çekildiğini hissetmektedir. Babası ise ailesini bir araya tutmak ve kızını kurtarmak için çabalamaktadır. Anneden hiç bahsetmeyeyim, yoksa spoiler vermiş olurum. "Pledged is pledged!"

12. Severed (Scott Snyder)
Scott Snyder'ın imza attığı bütün çizgi romanlar gibi güzeldi. 12 yaşındaki Jack, babasını aramak için evden kaçar ama kendini hiç tanımadığı yabancı bir dünyada bulur. Bir çocuk avcısı peşine takılır ve kâbus başlar... Fazla spoiler vermek istemiyorum, devam edersem hepsini anlayacağım:) Hikâye ve kurgu sağlam. Ben ayakları yere basan korku hikâyelerini vampir ve kurt adam türevlerinden daha çok seviyorum. Bu da onlardan biri.

Eleştireceğim tek bir nokta var: Attila Futaki'nin çizimlerini çok beğenmedim. Karakterlerin yüzleri birbirine benziyor. Renklendirme de dönemi ve kasvetli havayı yansıtmak için hep toprak tonlarında yapılmış ama biraz abartılmış sanki. Ortaya tekdüze bir görüntü çıkmış biraz. Bu hikâyeyi American Vampire'ın çizeri Rafael Albuquerque çizseymiş ne iyi olurmuş...

Ama siz bana bakmayın, çizgi roman seviyorsanız alıp okuyun. Çizgi roman çevirisi yaptığım için ister istemez çevirdiklerimi karşılaştırıyorum artık. Ama Scott'ın yazdığı her şey okunur...

Basılmayı bekleyenler:

Bir de çevirip teslim ettiğim ve basılmayı bekleyen 3 kitap var. Henüz yayınlanmadıkları için yayınevi ismi vermiyorum.

1. The Futurist (James P. Othmer)
İstifa eden bir reklamcının sektörün ipliğini pazara çıkardığı, kinayeli bir roman. Teslim edeli 2 sene olu ama Kuş Dili 3 sene sonra basıldığına göre hâlâ ümit var:)

2. The Little Death (P. J. Parrish)
Dedektif Louis Kinkaid'in maceralarını konu alan serinin 10. kitabı. Uzun ama sürükleyici bir gerilim. Başsız cesetler ortaya çıktıkça Palm Beach zenginlerinin kirli sırları da yavaş yavaş ortaya dökülüyor. Keşke basılsa. Sağlam bir okur kitlesi toplayacağına inanıyorum.

3. Best Cancer (Mustafa Camgöz, Jane Plant)
Bir doktor ve 6 kez kanseri yenen mücadeleci bir kadın tarafından kaleme alınan bir rehber niteliğinde bir kitap. Tıbbi tedavinin yanı sıra kanseri önlemenizi ve yenmenizi sağlamak için beslenme ve yaşam tarzı önerileri içeriyor. Hastalığın tarif edildiği kısımların dili biraz teknik ancak bu hastalıkla içli dışlı olanların zaten aşina oldukları terimler. Çevirirken sürekli tıp sözlüklerini karıştırdım, doktorlara danıştım, bolca araştırma yaptım. Dr. Camgöz ve Jane İngiltere'de yaşadıkları için sık sık oradan örnekler vermişler ama verdikleri bilgiler herkes için yararlı olabilir.

Elimde basılan kitaplardan bir kısmının çevirmen kopyaları mevcut. Bana ulaşanlara kargo ile gönderebilirim.

Son olarak bana sık sık sorulan bir soruyu cevaplamak istiyorum. Farklı türde kitaplar çevirmemin nedeni, tek bir türe bağlı kalmayıp kendimi zenginleştirmek istemem. Bu yüzden bestseller kitaplar da çeviriyorum, Eflâtun Diyar gibi herkesin okumayacağı klasikler de...

Tüm meslektaşlarımın dünya çeviri günü kutlu olsun. İyi ki varsınız, iyi ki çeviriyorsunuz.

27 Haziran 2015 Cumartesi

Benim Bir Blogum Vardı...

Evet ya, benim bir blogum vardı. Bir düşündüm, en son yazımı 28 Ağustos 2014'te yazmışım. Aradan neredeyse 1 sene geçmiş! O bir sene nasıl geçti bir de bana sorun. Gecem gündüzüme karıştı, araya seyahatler, ailevi sağlık sorunları, sevinçler ve üzüntüler girdi. Evimize sevimli bir kedicik geldi:) Evet bir senedir yazmamışım ama iyi bir performans sergilemişim. Sanırım kendimi ancak neler yaptığımı detaylı olarak yazarsam aklayabilirim:

O tarihten bu yana tam 6 çizgi roman
American Vampire 1 (Scott Snyder & Stephen King)
American Vampire 2 (Scott Snyder)
American Vampire 3 (Scott Snyder)
Arkham Asylum (Grant Morrison)
Harley Quinn 1 (Jimmy Palmiotti & Amanda Conner)
V for Vendetta (Alan Moore)

2 non-fiction (kurgu olmayan) kitap, 
Beat Cancer (Mustafa Camgöz & Jane Plant)
The Secrets of Happy Families (Bruce Feiler)

4 kitaplık bir fantastik gençlik serisinin 3 kitabını,
Protector 2 - Page (Tamora Pierce)
Protector 3 - Squire (Tamora Pierce)
Protector 4 - Lady Knight (Tamora Pierce)

ve bir adet de roman çevirdim. 
Before I Go (Colleen Oakley)

Yani toplam 3343 sayfacık!

Bunların dışında isimleri bende saklı olan iki müşterim için teknik çeviriler ve bir de kitap redaksiyonu yaptım. O kitap da yakın zamanda basıldı. Yani sizi sık sık arayıp uzun uzun
telefonda konuşamadıysam, yemeğe, çay saatine misafir çağıramadıysam, hafta sonları evden nadiren çıkan sıkıcı bir insan haline geldiysem işte bu yüzdendir. Sizi sık sık aramamam özlemediğim ya da sevmediğim anlamına gelmez. Napayım, ben de böyleyim işte. Kendimi kalıcı işler yaparak yararlı hissediyorum. Beni de böyle kabul ediverin.

Tabii kimseye bu deli tempoyla çalışmasını tavsiye etmiyorum. Artık frene basma vakti geldi. Bundan böyle hafta sonlarını kendime ayırıyorum ve akşamları çalışmıyorum. Bu sefer de ne oluyor bilin bakalım? Murpy Kanunları devreye giriyor ve ben çeviri yaparken onlara vakit ayırmadığımdan yakının herkesin işi çıkıyor:)

Hayat her şeye rağmen güzel, üretmek daha da güzel. Şu ana kadar bu çevirilerin sadece 2 tanesi basıldı. Umarım diğerleri de en kısa zamanda basılır ve okurlarıyla buluşur. Henüz hepsi basılmadığı için yayınevi adı vermiyorum. Zaten basıldıkça facebook sayfamda paylaşıyorum. 

Yağmurlu, mis gibi toprak kokulu, bol şimşekli ve fırtınalı (!) bir İzmir gününden sevgilerimle... Söz, bir daha arayı bu kadar uzatmayacağım.