6 Nisan 2016 Çarşamba

Sevgili Yazar Dostum...

Sevgili yazar dostum,

Arada bir bana gelenler geliyor. Bu da o günlerden biri işte. Biraz kendi kendime söyleneceğim, seni çekiştireceğim, umarım kusuruma bakmazsın. Eh, şurada kaç sayfadır, kaç gündür, kaç gecedir kader birliği yapmışız... Benim de iki satır karalamaya hakkım olsun, değil mi ama?

Sevgili yazar dostum, ne olursun metninde omuz silkme, başıyla onaylama, başını iki yana sallama, başını hafifçe yana eğme, gözlerini devirme, iç çekme, alaycı bir biçimde gülümseme, kaşlarını kaldırma ve somurtma eylemlerini insaflıca kullan. Ne tripli karakterlerin varmış yahu, anlamadım gitti. Zaten o sahnedeki diyaloglardan karakterin meramını anlıyoruz, merak etme. Güzelim romanı senaryoya çevirme... Dizi izlemiyoruz, kitap okuyoruz. Hayal gücümüzü daha çok kullanmak istiyoruz. Sen karakterin alnına düşen saç tutamının açısına kadar her şeyi betimleyince de işin zevki kaçıyor. Bilmem anlatabildim mi?

Ara sıra kendinle şuna benzer iç konuşmalar yap: "Acaba bir gün bu kitap çok tutar da başka dillere çevrilir mi? Zavallı bir kitap çevirmeni gecesini gündüzüne katıp benim çok zekice bulduğum ses oyunlarını ve kültürel göndermeleri kendi diline yansıtmaya çalışırken helak olur mu?" Yapma güzel kardeşim, etme eyleme. İnan ki ses oyunları "ucuz" bir numara. Hangi klasikte böyle bir şeye rastladın söylesene. Tabii ki özgürce yaz, kendini kısıtlama ama işin bu kadar da kolayına kaçma. 

Canın sıkıldıkça aç dünya haritasını (Google Earth de olur), başka kıtalara ve ülkelere bak. Onların da farkında ol. Neden mi? Dünyanın sadece sizin markalarınızdan ve dilinizden ibaret olmadığını hatırlamak için. Global olmak ve herkese hitap etmek zorunda değilsin. Tabii ki kendi kültürünü yansıtacaksın. Ama "bir paket kraker" diyebileceğin yerde "a pack of super-duper-delicious-crispies" deme gözünü seveyim. Hem metni sekteye uğratıyorsun, hem de çevirmeni google abonesi ve dipnot manyağı yapıyorsun. Bundan 30 sene sonra super-duper-delicious-crispies mi kalacak yahu? Zamansız metinler yaratmak daha iyi bir fikir değil mi sence de?

Yazdıklarını acımasızca eleştir. Bir de kendine acımasız bir editör bul. Mümkünse yazdıklarının üçte birini kırpsın. Sahne tekrarları yapma. Bir önceki bölümde neler olduğunu özetleme. Kitap zaten elimizde, unutursak açıp bakarız. Yine aynı benzetmeyi yapacağım ama dizi mi izliyoruz Allah aşkına? Geçen bölümü özet geçmene gerek var mı?

Kitabını çok tutan/satan bir başka kitabı şablon alarak yazma. Bu neden çok kötü bir fikir biliyor musun? Bunu birileri senden önce başarmış. Senin kitabın ister istemez onunkiyle karşılaştırılacak ve yeterince iyi değilse, "X'in kötü bir kopyası" olarak hatırlanacak. Özgün olursan belki X'ten de meşhur olursun, kim bilir?  

Bu yazdıklarım sadece seninki için değil, çevirdiğim ve okuduğum pek çok kitap için geçerli. Tabii ki istisnalar var ama onlar da kaideyi bozmuyorlar. Kızma ne olur. Kendine iyi bak sevgili yazar dostum...